Bir dönemin görkemli sinema salonları bazen künt bir yapı olarak karşımıza çıkar, bazen de bir diğer yapının içinden geçen koridorla ulaşılır. Yan semtlerin bakımsız salonlarından, seçkin mahallelerin şık salonlarına kadar uzanan bir çeşitlilikte sergilenir sinema yapıları. Yazlık sinemalar ise pek kalıcı olmayan, ama bir dönemin anılarını taşıyan seyir mekanları olarak seyirci hafızasında özel bir yer taşır. Sinemaların girişinde gişeler bulunur, ardından antre, lobi gelir. Büfelerinde patlamış mısır, gazoz, Alaska ve Frigo satılır. Kimi sinemanın balkonu vardır, kiminin locaları. Hatta bir dönem sinema perdelerinin üstünde reklamlar bile çıkar karşımıza. Özel bir seyirci-sinema buluşması kimliği taşıyan galalar ise sesli filmlerin İstanbul’a geldiği günlerde başlar. İpekçilerin Melek ve İpek sinemalarında bir balo gecesi ihtişamıyla yapılır bu galalar. Altmışlı yıllarda ise Türk filmlerinin altın yıllarında galalar kimlik değiştirir, filmin ticari başarısı arttırmak amacıyla yapılan bir etkinlik haline gelir.
Bir zamanlar İstanbul’un dört bir yanı sinemalarla çevrilidir. Bir Beyoğlu birahanesinde başlayan öykü Şehzadebaşı’na uzanır, ardından yine Beyoğlu’na döner. Seyircilerin başını döndüren Beyoğlu sinemalarını Naim Tiralı şöyle anlatır: “Büyük Caddenin, herkese uygun eğlence yeri sinemalardır. Cadde boyunca, aşağı yukarı dolaşan kalabalık, ya sinema saatini beklemektedir ya da sinemadan çıkmıştır. Sinemaların kapılarında güzel bacaklar, öpüşme sahneleri veya kavgalar, toplar, tüfekler, patlayan bombalarla dolu resimler bulunur. İçeriye girebilenler, ürpererek ya da sevinç içinde, beyaz perdede olup bitenleri izlerler. Film sona erince herkesi garip bir hüzün sarar. Salondan ayrılanlar, hergünkü dünyalarına dönmek için, bazı uzun koridorlardan geçip, başka bir kapıdan, kendine özgü bir havası olan daracık sokaklara çıkarlar.”
-Naim Tiralı, “Büyük Cadde (1947),” Yirmibeş Kuruşa Amerika, İstanbul 1983, Yazko Yayınları